Bilginin Anlamı Üzerine
Bilgi, çağımızın veri ve teknoloji odaklı dünyasında genellikle dijital ortamda, sabit sürücülerde veya bulut sunucularında saklanan bitler ve baytlar olarak karşımıza çıkar. Ancak bu yaygın bilgi formunun kökleri, 1940’ların sonlarında Claude Shannon’ın ortaya attığı “bilgi, sürprizdir” fikrine dayanır. Bu düşünce, bilginin karmaşık yapısını temel unsurlarına indirgeyerek, anlam, bağlam ve yorumdan arındırıp ölçülebilir hale getirir. Shannon, iletişimin temel problemini, bir mesajın başka bir noktadan seçilip yeniden üretilmesi olarak tanımlar.
Shannon, Bell Labs’ta çalışan bir mühendisti ve mesaj göndermenin en iyi yolunu araştırıyordu. O dönemde mesajlar fiziksel teller üzerinden iletilirken, bugün kablosuz teknolojiler bu prensipleri devam ettiriyor. İletişimde bir kaynak ve alıcı vardır. Kaynak, Morse kodundaki gibi semboller seçerken, alıcı, iletişimin en önemli parçasıdır. Alıcı olarak siz, metni okurken zaten bir sonraki harfler hakkında belirli beklentilere sahipsinizdir ve bu beklentiler sizi şaşırtmaz.
Bilgi kavramını kabul etmekle, beklenmedik sonuçlar elde ederiz. Önceden izlediğiniz bir film, bilinen bir senaryo nedeniyle size yeni bir bilgi sunmaz. Ancak, bir para atışının sonucu, her seferinde sürpriz olduğu için bilgi kaynağıdır. Buradan, bilginin alıcıya göre göreceli olduğu sonucuna varabiliriz. Bilinmeyen cevaplar sunan her kaynak, bilgi içerir. Eğer kaynakta bilgi yoksa, bu bilgi zaten sizde mevcuttur.
Doğa, bilimde temel bilgi kaynağıdır. Ancak doğadan ham veri olarak değil, çeşitli modeller ve yorumlar aracılığıyla bilgi ediniriz. Evren, temel parçacıklar ve aralarındaki etkileşimlerden oluşur. Fizik yasaları, evrenin mümkün durumlarını belirler. Gerçek deneyimlediğimiz evren, hangi durumların gerçekleştiği hakkındaki bilgilerimizle şekillenir. Gökyüzüne baktığımızda, parçacık ve güçler yerine yıldızlar, gezegenler ve galaksilerin büyüleyici düzenini görürüz. Doğanın sağladığı bilgi, bu nesnelerin düzeninde ve davranışlarında gizlidir. Kozmosu ne kadar derin incelemeye alırsak, o kadar çok şaşırır ve bilgi ediniriz. Ancak bilgi kaybı da mümkündür, örneğin bir filmi unutmak gibi.
Entropi, bir sistemin “düzensizliğinin” ölçüsü olarak tanımlanır ve termodinamiğin temel bir kavramıdır. İlk olarak Ludwig Boltzmann tarafından tanıtılan entropi, başlangıçta yalnızca ısı transferi ve termodinamikle ilişkilendirilse de, zamanla istatistiksel mekanik ve bilgi teorisine kadar genişletilmiştir. Termodinamiğin İkinci Yasası, izole bir sistemin toplam entropisinin zamanla artabileceğini veya sabit kalabileceğini belirtir. Sistemler, düzenli bir durumdan düzensiz bir duruma doğru ilerler ve bu geri dönüşümsüz bir süreçtir. Entropi ve İkinci Yasa, bilgi açısından ele alındığında daha anlaşılır hale gelir. Yüksek entropili bir sistem düzensizdir ve bu durumdan çok fazla bilgi çıkarılabilir. Tersine, düzenli bir sistemde az bilgi vardır çünkü zaten o sistemi biliyoruzdur. Termodinamiğin İkinci Yasası, bilgi diliyle ifade edildiğinde, bir sistem içindeki toplam bilginin zamanla artabileceğini veya sabit kalabileceğini söyler.
Fiziksel dünya, bilgi olarak ele alındığında, gözlemlediğimiz her şey bilginin bir yansımasıdır. Gerçekliğin temel doğası, bilgi formunda kodlanmıştır. Bu bakış açısı, fizikteki karmaşık fikirlerin anlaşılmasını kolaylaştırır ve gerçeklik ile kozmostaki yerimiz hakkında bize içgörüler sunar. Gözlemci bağımsız bir gerçeklik fikri, edindiğimiz bilgilere dayalı olduğundan savunulamaz hale gelir. Bilgi edinme eylemi, gerçekliğin algılanmasını şekillendirir. Gerçeklik, sadece aldığımız bilgilerle değil, aynı zamanda dünya ile olan etkileşimimizle de şekillenir. Gerçeklik, çevremizdeki dünya hakkında paylaştığımız bilgidir ve biz olmadan, siz de dahil, var olamaz.
Formun Üstü
Bilgi, günümüzün veri ve teknoloji çağında farklı formlarda ve tanımlarda karşımıza çıkıyor. Bu bilgi artık sadece yazılı veya sözlü ifadelerle sınırlı değil, aynı zamanda sabit sürücülerde veya bulut sunucularında saklanan bitler ve baytlar şeklinde de görülüyor. Ancak bilginin bu yaygın formu, aslında Claude Shannon tarafından 1940’ların sonlarına doğru ortaya atılan mütevazı bir fikre dayanıyor: Bilgi, sürprizdir. Bu fikir, ilk başta sizi şaşırtmış olabilir, ancak gördüğünüz gibi, sadece bu metni okurken bile yeni bir şey öğrendiniz.
Shannon, bu fikri temel unsurlarına indirgeyerek bilgiyi daha ölçülebilir hale getirdi. O, iletişimin temel problemi olarak gördüğü şeyin, bir mesajın bir noktadan başka bir noktaya iletilmesi olduğunu belirtti. Bu, pratik bir mühendislik problemiydi ve Shannon, mesajların fiziksel teller üzerinden iletilmesi gereken zamanlarda bu sorunu çözmek istiyordu. Ancak onun büyük anlayışı, bilgi iletişiminde alıcının ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Siz, okuyucu olarak, bu metni okurken bir bilgi kaynağına erişiyorsunuz ve bu bilgiyi çeşitli karakterler, semboller ve ifadeler aracılığıyla alıyorsunuz. Ancak aslında alıcı olarak, bir sonraki karakterlerin ne olacağı hakkında bazı beklentilere sahipsiniz.
Bilgi kavramını bu şekilde kabul ettiğinizde, işler farklı bir perspektife dönüşüyor. Örneğin, daha önce izlediğiniz bir filmi tekrar izlemek, veri indirirken sizi şaşırtmaz, çünkü ne olacağını zaten biliyorsunuzdur. Ancak bir yazı turanın ardışık sonuçları, her atışın sonucunun bir sürpriz olması nedeniyle maksimum bilgi kaynağıdır.
Bilgi kaynaklarını düşünmenin bir yolu, onlardan ne kadar öğrenebileceğinizdir. Bu perspektifle bakıldığında, bilgi alıcıya göre göreceli bir kavramdır. Sabit bir olasılıklar setinden seçilen cevapları sağlayabilecek çoklu bilgi kaynaklarına karşı bir alıcısınız. Hangi cevapların verileceğini bilmiyorsanız, o kaynak “bilgi içerir”. Kaynak hiçbir bilgi içermiyorsa, o zaman zaten ona sahip olmalısınız.
Bu noktada, bilgi ve fizik bilimi arasındaki ilişkiye geçiş yapabiliriz. Doğa, bilgi kaynağıdır ve biz, bu bilgiyi alıcı olarak işleriz. Ancak bu bilgiyi ham veri olarak almayız. Aldığımız bitler ve baytlar, çeşitli lenslerden süzülür ve düzenli modeller bağlamında yorumlanır. Evrenin temelindeki parçacıkların etkileşimlerinin bir sonucu olarak, yıldızlar, gezegenler ve galaksiler gibi gözlemlenebilir nesneler ortaya çıkar. Bu nesnelerin düzeni ve davranışı, doğanın sağladığı bilgiyle kodlanmıştır. Ve bu bilgiyi daha fazla anlamak için daha fazla gözlem yaparız, bu da bizi daha fazla bilgiye götürür.
Ancak, bilgiye ulaşmak için etkileşime gerek vardır. Gözlem yapmadan bilgi edinemeyiz. Gözlemci olarak, çevremizdeki dünya ile etkileşime gireriz ve bu etkileşim, bilgi edinme sürecimizi şekillendirir. Bu nedenle, gözlemci bağımsız bir gerçeklik anlayışı artık geçerli değildir. Gerçeklik algımız, aldığımız bilgilerle ve dünya ile etkileşimimizle birlikte şekillenir. Bu, kolektif deneyimimizin ve paylaşılan bilgilerimizin, bireysel algıları aşan bir paylaşılan gerçeklik duygusu oluşturmasına yardımcı olur.
Entropi kavramı da bilgi ile bağlantılıdır. Entropi, fiziksel bir sistemin düzensizliğini ölçen bir terimdir. Termodinamiğin İkinci Yasası’na göre, bir izole sistemde entropi zamanla artar, düzensizlik artar ve bu ilerleme geri dönüşümsüzdür. Bu, evrenin doğasının sürekli olarak bilgiyi ürettiği ve karmaşıklığı artırdığı anlamına gelir. Bu bakış açısı, entropi ve İkinci Yasası’nın, bilgi açısından daha anlamlı hale geldiğini gösterir.
Sonuç olarak, bilgi ve fizik bilimi arasındaki bu derin ilişkiyi anlamak, evrenin doğası ve kozmostaki yerimiz hakkında daha fazla içgörü sunar. Bilgi, çevremizdeki dünya hakkında paylaştığımız ve yorumladığımız bilgilere dayanır. Bu bilgiyi toplarken, paylaşırken ve rafine ederken kolektif deneyimimiz, paylaşılan bir gerçeklik duygusu oluşturur ve böylece hepimiz tutarlı ve uyumlu bir evren modeli oluşturabiliriz. Bu, bilgi ve kozmosun anlaşılmasını şekillendirmedeki önemli bir rolü vurgular. Gerçeklik, bilgi aracılığıyla inşa edilir ve bu inşa süreci, kolektif olarak paylaşılan bir gerçeklik duygusu oluşturur.